15 Kasım 2011 Salı
FOREVER LIVING SAĞLIKLI YAŞAM:NETWORK MARKETİNG NASILBİR SİSTEM? VE SADECE PARAMI KAZANDIRIYOR? İNSANLAR NEDEN BU İŞİ YAPAR?
Network Marketing, son yıllarda her ölçekte şirketlerin müşteriye daha kolay ulaşmak, kendine sadık müşteriler ve çalışanlar sağlamak kısaca ürün satışlarını arttırmak için kullanmaya başladığı etkili bir dağıtım ve kazanç sistemidir.
Evet, bu bir pazarlama stratejisi olmakla birlikte kapı kapı ürün satışının zorunlu olmadığı bir modeldir. Dilimize "çok katlı pazarlama" olarak çevrilebilir. 1 kişinin %100 çabası yerine 100 kişinin %1 lik çabasını tercih etmek" prensibine dayanır. Network marketing bilgisayar ağı ya da bilgisayar internet ile alakalı bir pazarlama değildir. Tarihçesi 1950lere dayanan bu sistemi kullanan bir çok şirket vardır bunlardan biriside FOREVER LIVING PRODUCTS dır. Bu şirketler büyük olmalarını ve itibarını bu sisteme borçludur. Network marketing sistemlerde şirketler müşterilerinin de para kazanmasını ve dolayısıyla da kendi kazançlarının artmasını hedeflemektedirler.
Network marketing sistemde yayılım muhteşemdir. 5 katılımcı bile bulmanız sizin adınıza çalışacak 5 + 1(siz) kişi demektir. Sonuçta alt grubunuz büyüyecek, bu grubun gücünü kullanıyor olacaksınız. Network marketing şirketleri reklam yapmaz, ancak ürünleri son derece kaliteli olmak zorundadır. Çünkü bu şirketler üyeleri ile büyür, üyeler de kendi çevrelerine ürünleri önererek tanıtımını yapar. Network Marketing sistemi tercih eden şirketler, en iyi reklamın tavsiye olduğunun bilincindedirler. Aslında hepimiz hergün tavsiyelerde bulunuruz, ama tavsiyelerimizden para kazanmıyoruz. Network marketing sektöründe çalışmadığınız halde beğendiğiniz bir sinema filmini ya da bir şampuanı tavsiye tavsiye ediyorsunuz değil mi? Aslında satışını gerçekleştiriyorsunuz, çünkü dostlarınız tavsiyenize uyarak onları satın alacak hatta onlar da başkalarına tavsiye edecekler. Sonuçta belki bir komedi filminin binlerce kişi tarafından seyredilmesine vesile olacaksınız. "Amaaaan canım ben söylemesem de o filmi başkaları anlatacak ve zaten milyonlarca insan seyredecek" diyenleri duyar gibiyim. Evet çok doğru siz tavsiye etmeseniz de birileri bunu yapacak, network marketing sektöründe de bu oluyor zaten, birileri yapmıyor diye network marketing çalışanları durmazlar, hatta o uğraşmak istemeyenlerin pazarlarını da kullanırlar.
" İşi kolay gibi gösteren, pembe tablolar çizen, ürün sirkülasyonu olmayan şirketlerden uzak durmanızı tavsiye ediyorum. Bu sektörde para kazanmak için birilerinin mağdur edilmesi gerekmemektedir. Bu anlamda şirket seçimi büyük önem taşır."
Network Marketing sektöründe yılda 200 milyar $ ciro dönmektedir. Gelecek 10 yılda bu rakamın 1 trilyon $ ı bulacağı tahmin ediliyor, istatistikler de bunu doğrular nitelikte. Wellness şirketlerinden farklı olarak temizlik, gıda, giyim, elektronik gibi sektörler ve amazon.com, IBM, Citi Group gibi önemli markalar da bu sistemi benimsemeye başlamışlardır. Üniversitelerde ders olarak verilmesi, finans uzmanlarının bu sektörde büyük gelecek görmesi daha da cazip kılmaktadır. Dil, din ırk, cinsiyet, meslek ayrımı yapmaksızın büyüyen ekipler bu pastadan paylarını alırlar. Network marketing sıradan insanlara sıradışı kazanç imkanı veren tek sistemdir. Tek başına mümkün olmayan iş hacmi network marketing sistem ile mümkündür. 1 kişinin %100 çabası yerine 100 kişinin %1 lik çabası. Enerji ve zaman kaybını engeller.
Network marketing sistemde çalışmak her kişiye uygundur; çalışan, emekli, öğrenci, ev hanımı, genç, yaşlı, kadın, erkek vb... Network marketing halihazırdaki işinize engel değildir, istediğiniz kadar çalışırsınız, evde ek iş yapabilir, kendi patronunuz olabilirsiniz. Çalışma saatleri bağlayıcı değildir, kazancınız aktif olmanıza bağlı olarak artar. Size hayallerinizi gerçekleştirme şansını verir. Hayallerine önem veren kişilerin tercihidir network marketing. İşini ciddi yapanlar her işte olduğu gibi network marketing sistemde de üstün başarı gösterir hem de beklentinin üzerinde geliri olur. Ek iş olarak başlamış ancak gelirini yüksek bulduğu için tüm eforunu bu işe yönlendirenler hatta işyerlerini tasviye ederek bu işi yapan işadamları vardır. Bir ev hanımının yıllık 1 200 000 € kazanabildiği ve hiç yatırım gerektirmeyen bir iş.
NETWORK MARKETİNG BRANŞI BİR EV HANIMININ YAPABİLECEĞİ KADAR KOLAY, BİR DİPLOMAT YA DA İŞADAMININ YAPABİLECEĞİ KADAR SAYGIN BİR İŞTİR.
WORK PRESS(Network marketing alanında en saygın dergi) 7 Kasım 2003 tarihli yayınında anlatılıyor,
"günümüzde;
500 000 000 kişinin çok çok üzerinde network çalışanı var, bunların;
%20'si 12bin $,
%6'sı 50bin-100bin $ arası,
%3'ü 100 000$ üzerinda bir kazanca sahip,
5 000 000 kişi şimdiden dolar milyoneri."
Şirketlere, Müşterilere ve Distribütörlere Neler Kazandırır?
Şirketlere düşük yatırımlarla klasik ticarete oranla daha hızlı büyüme, işine sadık çalışanlar sağlamak ve müşteriye kolay ulaşmak gibi avantajlar sağlar. Network marketing şirketlerinde dağıtıma harcanan para, distribütörlere ödenen prim ve iskontolardan ibarettir. Aracı kurumların olmaması fiyat rekabeti sağlanmasına imkan verir.
Distribütörlere yani network marketing şirketlerinde çalışan üyelere ise kendi ihtiyaçlarını karşılarken %50 ye varan indirimler, %25e varan ara kazançlar ve bunlara ek olarak da bazı şirketlerde %25e varan liderlik primleri gibi kazanımlar sağlar. Bu kazançlar aylık 100 000$ gibi uçuk rakamlara ulaşabilmektedir.
Peki Network Marketing sadece para mı kazandırır? İnsanlar neden bu işi yapar?
Ek Gelir: part-time hatta mini-time çalışıp kısa sürede bu işi yapanlar, ürün satışı ile gelir elde etmek isteyenlere ek gelir sağlar.
Finanssal Özgürlük: Ayırabildiğiniz kadar zaman ayırarak ya da fulltime çalışıp, en az 3-4 yıl sıkı çalışanlar, satış ile sınırlı bir kazanç yerine organizasyon kurarak büyük ekiplere kavuşanlara hayallerini gerçeğe dönüştürme imkanı verir. Yaşamak zorunda olduğunuz bir evde değil hayalini kurduğunuz bir evde yaşayabilirsiniz.
Emeklilik: Büyük bir ekip kurdunuz ve siz artık çalışmasanız da işi öğrettiğiniz üyeleriniz de daha fazla kazanmak isteyecektir. Buna engel olamazsınız. 15-20 kişilik bir ekip belki yeterli olmayabilir, sürekli yenilere gitmelisiniz. Aynı kişilerle takılı kalırsanız hayallerinize ulaşamazsınız. Başka şirketlerde başarılı olamamış insanları zorlamaktansa yenileri keşfedin, bütün güç yenilerdedir. Hiç ummadığınız kişiler lider olabilir, eğer kendi yakınlarınızı bu işten haberdar etmezseniz, başkalarının üyesi olduğunu görürsünüz.
Çevre Edinme ve Yeni İnsanlarla Tanışma: Geniş bir çevreniz olmasa bile bu işi rahatlıkla yapabilirsiniz. Dar çevrenizin de çevresini kullanmayı bilmelisiniz. Ekibinize bu işi iyi öğretin ve örnek olun. Gün gelecek alt katmanlarınızda hiç tanımadığınız yüzlerce, binlerce üyeleriniz olacak. Sonsuz alt katmana kadar büyüme imkanınız olacak.
Yardım Etmek: Network Marketing in verdiği imkanlara ihtiyacı olan tanıdıklarınızı işe alarak ve onlara eğitim ve işlerini büyütme konusunda destek olarak en büyük iyiliği yapmış olursunuz.
Zaman Özgürlüğü: İstediğiniz saatlerde çalışırsınız. Günümüzde "patron" dediğimiz zenginlerin bile yakındıkları bir konuda çok şanslısınız. Patronlar, sahip olduklarını koruyabilmek için çalışanlarından daha fazla çalışmak zorundadır hep. Esnaf zaten kepengini açtıktan sonra dükkanında bir köle gibidir, oradan bir yere ayrılamaz. Biz networkerler kendimize ve sevdiklerine daha fazla zaman ayırabilmektedirler. Tatile gitseniz de kazancınız durmaz.
Kendi İşinizi Kurmak: Çoğumuzun hayalidir, kendi patronu olmak, emir almadan kazanmak. Hayatın gerçeklerini unutmamalıyız. Yeni açılan işyerlerinden %85 i 1 ile 5 yıl içinde kapandığını gösteriyor istatistikler. Klasik ticarette en yakınınız bile de olsa birileri kaybetmeli ki siz kazanmalısınız. Rakiplerinizi ezerseniz kazanabilirsiniz. Meslek sırrınızı kimseyle paylaşmamalısınız vs… Çok katmanlı sistemlerde altınızdakilere kazandırdıkça siz daha fazla kazanırsınız.
Kişisel Gelişim: Bu sistemler insanlarla yapıldığı için insan ilişkileri, iletişim ve birçok konuda kendinizin geliştiğini göreceksiniz.
FOREVER LIVING " SAĞLIKLI YAŞAM" NETWORK MARKETİNG
İLETİŞİM İÇİN BİZE ULAŞIN : 05542656879
ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMANLININ KURUCUSU OSMAN BEYE NASİHATI
"Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
ALLAH YARDIMCIN OLSUN....
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
ALLAH YARDIMCIN OLSUN....
<< GENELLİKLE EN MÜKEMMEL OLDUĞUMUZ ANLARDA GÖZÜMÜZE ÇARPAN KENDİMİZ OLMAKTAN KORKARIZ >>
Yaşamın en üzücü yanı ölmek değil, hayattayken gerçek anlamda yaşayamamaktır. Çoğumuz yaşamımız söz konusu olduğunda azla yetinip insanlığımızın gün ışığına çıkmasına tam anlamıyla izin vermemekteyiz.
Hayatta gerçekten önemli olan şeyin, ne kadar önemsiz eşya topladığımız yada ne kadar para kazandığınız değil, yeteneklerimizden kaçını bu dünyaya bir değer katmak üzere kullanabildiğimiz olduğudur.
__En önemli olan şey, dokunabildiğimiz hayatlar ve ardımızda bıraktıklarımızdır.
" Yanlızca başkaları için yaşadığımızda kendimiz için de yaşamız oluruz."
Başarı, diğer insanların hayatlarını zenginleştirmeye adanmış bir yaşamın amaçlanmayan ancak kaçınılmaz bir yan ürünü olarak hayatınıza akıverir. Günlük odağınızı hayatta kalma tutkusundan ömür boyu sürecek olan bir hizmet bağlılığına kaydırdığınızda, varlığınız ister istemez başarıyla buluşacaktır.
" Muazzam davranışlar yoktur, yanlızca olağanüstü bir sevgiyle yapılmış küçük davranış vardır."
Hayatta gerçekten önemli olan şeyin, ne kadar önemsiz eşya topladığımız yada ne kadar para kazandığınız değil, yeteneklerimizden kaçını bu dünyaya bir değer katmak üzere kullanabildiğimiz olduğudur.
__En önemli olan şey, dokunabildiğimiz hayatlar ve ardımızda bıraktıklarımızdır.
" Yanlızca başkaları için yaşadığımızda kendimiz için de yaşamız oluruz."
Başarı, diğer insanların hayatlarını zenginleştirmeye adanmış bir yaşamın amaçlanmayan ancak kaçınılmaz bir yan ürünü olarak hayatınıza akıverir. Günlük odağınızı hayatta kalma tutkusundan ömür boyu sürecek olan bir hizmet bağlılığına kaydırdığınızda, varlığınız ister istemez başarıyla buluşacaktır.
" Muazzam davranışlar yoktur, yanlızca olağanüstü bir sevgiyle yapılmış küçük davranış vardır."
<< TAŞI DELEN, SUYUN KUVVETİNDEN ÇOK, DAMLALARIN SÜREKLİLİĞİDİR !!! >>
Tohum sesizlik ve sabır içinde taşı toprağı deler gün yüzüne çıkar. Tomurcuk, yüz defa bağrını güneşe açar ve yüz defa gecenin karanlıkları karşısında gerilime geçer, sonra varlığa erer.
__Eğer bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman, sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
__Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
__Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen ya da senden nefret edilir de kendini kendini nefrete kaptırmazsan bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
__Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan;
__Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen;
__Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
__Eğer azından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen yada ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen ;
__Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı- tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen ve kaybedip yeniden başlayabilirsen ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
__Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile onları işe yaramaya zorlıya bilirsen ve kendinde 'dayan' diyen bir iradenden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen ;
__Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen yada krallarla gezip karekterini kaybetmezsen;
__Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse ;
__ Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen ;
__Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldura bilirsen ; ......
___YERYÜZÜNDEKİ VE ÜSTÜNDEKİLER SENİNDİR__
" BİR AVUÇ SABIR, BİR KOVA BEYİNDEN ÜSTÜNDÜR. "
<< ÖYLE BİR YAŞAM SÜRÜN Kİ CENAZENİZDE MEZARCI DAHİ AĞLASIN... >>
__HAYATIMDAKİ EN İYİ KÖTÜ TECRÜBE=
"Baştan yaşama şansım olsaydı daha çok dinlenirdim.Bu yolculukta olduğumdan daha çocukça davranırdım. Daha çok dağa çıkar, daha çok nehre girer ve daha çok günbatımı izlerdim. Daha çok hakiki ve daha az hayali sorunum olurdu. Ah evt, iyi anlarımda oldu ve her şeye yeniden başlıyabilseydim daha çok iyi anım olmasını sağlardım. Hatta yanlızca birbiri ardına gelen iyi anlardan daha başka birşey elde etmeye çalışmazdım. Ve daha çok papatya toplardım."
( Nadine Stair, 89 yaşına )
Çoğu insan ölümle burun buruna gelmeden yaşamın gerçekten ne anlama geldiğini keşfedemiyor. Daha sonra, ölümlü oldukları gerçeğiyle karşı karşıya gelince, yaşamın en derin anlamlarını kavrayıp şimdiye kadar ıskaladıkları her şeyin farkına varıveriyorlar. Yaşam bu açıdan acımasız olabilir. Bize sunduğu hediyeler çoğu zaman son ana kadar gözümüze çarpmayabilir. Gençken ve önümüzde uzanan koca bir hayat varken yaşamı ertelemeye meyilliyizdir.
" Gelecek yıl doğada daha çok vakit geçireceğim yada daha çok gülüp daha çok seveceğim. Gelecek yıl çocuklarımla daha çok vakit geçirip en iyi edebiyat eserlerini okuyacağım. Gelecek yıl daha çok gün batımı izleyip daha iyi arkadaşlıklar kuracağım. Ancak şu anda yapmam gereken işler ve buluşmam gereken insanlar var." Bunlar, içinde yaşadığımız çağın standart nakaratları. Eğer yaşama karşı harekete geçmezseniz o size karşı harekete geçer. Günler haftalara, haftalar aylara dönüşür ve siz ne olduğunu anlamadan yaşamınız geçip gidiverir.
Bilgeliğin ana teması çok açık: "Varsayıldığı gibi yaşamayı bırakıp tasarladığınız şekilde yaşamaya başlayın." Oyuna yeniden dahil olup kalbinizin derinliklerinde yatan ve yaratmanın kaderinizde yazılı olduğu o zengin gerçekliği yaratmak için bir adım atın. Ölüm döşeğinde yatarken sürmüş olmayı isteyeceğiniz yaşamı sürmeye başlayın." Öyle bir yaşam sürün ki cenazenizde mezarcı bile ağlasın. "
Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın öbür ucuna iğne ucu kadar küçük bir mesafe hatasıyla füze atılabiliyor, ancak yaşadığımız caddenin karşısına geçip yeni bir komşumuzla tanışmakta güçlük çekiyoruz. Çocuklarımızla iletişim kurmak için ayırdığımız zamandan daha çoğunu televizyon izlemeye ayırıyoruz. Dünyayı değiştirmek istediğimizi söylüyoruz ancak kendimizi değiştirmeye istekli değiliz.
Daha sonra güneş hayatımızın üzerinde batarken, derin düşüncelere dalıp zamanında tadabileceğimiz zevkleri, yapabileceğimiz iyilikleri ve olabileceğimiz insanları göz ucuyla da olsa görüveriyoruz. Ama artık iş işten geçmiş oluyor.Çoğumuz yaşamak için ayağa kalkmaya çalışırken, sonsuza dek yatma vakti gelmiş oluyor....
__ Hayatımızın sonunda, çok önemli olduğunu düşündüğünüz şeylerin aslında çok önemsiz ve çok önemsiz olduğunu düşündüğünüz şeylerinse en önemli şeyler olduğunu anlayacaksınız.....
"Baştan yaşama şansım olsaydı daha çok dinlenirdim.Bu yolculukta olduğumdan daha çocukça davranırdım. Daha çok dağa çıkar, daha çok nehre girer ve daha çok günbatımı izlerdim. Daha çok hakiki ve daha az hayali sorunum olurdu. Ah evt, iyi anlarımda oldu ve her şeye yeniden başlıyabilseydim daha çok iyi anım olmasını sağlardım. Hatta yanlızca birbiri ardına gelen iyi anlardan daha başka birşey elde etmeye çalışmazdım. Ve daha çok papatya toplardım."
( Nadine Stair, 89 yaşına )
Çoğu insan ölümle burun buruna gelmeden yaşamın gerçekten ne anlama geldiğini keşfedemiyor. Daha sonra, ölümlü oldukları gerçeğiyle karşı karşıya gelince, yaşamın en derin anlamlarını kavrayıp şimdiye kadar ıskaladıkları her şeyin farkına varıveriyorlar. Yaşam bu açıdan acımasız olabilir. Bize sunduğu hediyeler çoğu zaman son ana kadar gözümüze çarpmayabilir. Gençken ve önümüzde uzanan koca bir hayat varken yaşamı ertelemeye meyilliyizdir.
" Gelecek yıl doğada daha çok vakit geçireceğim yada daha çok gülüp daha çok seveceğim. Gelecek yıl çocuklarımla daha çok vakit geçirip en iyi edebiyat eserlerini okuyacağım. Gelecek yıl daha çok gün batımı izleyip daha iyi arkadaşlıklar kuracağım. Ancak şu anda yapmam gereken işler ve buluşmam gereken insanlar var." Bunlar, içinde yaşadığımız çağın standart nakaratları. Eğer yaşama karşı harekete geçmezseniz o size karşı harekete geçer. Günler haftalara, haftalar aylara dönüşür ve siz ne olduğunu anlamadan yaşamınız geçip gidiverir.
Bilgeliğin ana teması çok açık: "Varsayıldığı gibi yaşamayı bırakıp tasarladığınız şekilde yaşamaya başlayın." Oyuna yeniden dahil olup kalbinizin derinliklerinde yatan ve yaratmanın kaderinizde yazılı olduğu o zengin gerçekliği yaratmak için bir adım atın. Ölüm döşeğinde yatarken sürmüş olmayı isteyeceğiniz yaşamı sürmeye başlayın." Öyle bir yaşam sürün ki cenazenizde mezarcı bile ağlasın. "
Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın öbür ucuna iğne ucu kadar küçük bir mesafe hatasıyla füze atılabiliyor, ancak yaşadığımız caddenin karşısına geçip yeni bir komşumuzla tanışmakta güçlük çekiyoruz. Çocuklarımızla iletişim kurmak için ayırdığımız zamandan daha çoğunu televizyon izlemeye ayırıyoruz. Dünyayı değiştirmek istediğimizi söylüyoruz ancak kendimizi değiştirmeye istekli değiliz.
Daha sonra güneş hayatımızın üzerinde batarken, derin düşüncelere dalıp zamanında tadabileceğimiz zevkleri, yapabileceğimiz iyilikleri ve olabileceğimiz insanları göz ucuyla da olsa görüveriyoruz. Ama artık iş işten geçmiş oluyor.Çoğumuz yaşamak için ayağa kalkmaya çalışırken, sonsuza dek yatma vakti gelmiş oluyor....
__ Hayatımızın sonunda, çok önemli olduğunu düşündüğünüz şeylerin aslında çok önemsiz ve çok önemsiz olduğunu düşündüğünüz şeylerinse en önemli şeyler olduğunu anlayacaksınız.....
7 Mart 2010 Pazar
Hepimizin içinde hem kötülük hem iyilik vardır. İçimizdeki iyi ve kötü birbiriyle çatışır ve
biz bu çatışmada (Jung) hangisini seçersek onu yaşarız. İyi olmak da kötü olmak da elimizdedir.
Bütün dinlerin bize gösterdiği hedef, içimizdeki kötülüklerden kurtulmak ve yaşadığımız her gün seçimlerimizi iyiden yana yaparak olgunlaşmaktır. Bütün dinlere göre hayatın amacı olgun bir insan (kâmil) olmaktır.
Bu yolculuğun sonu, Budizm’de Nirvana, Sufizm’de Fenafillâh mertebeleridir.
Her sabah işyerlerimize giderken, içimizdeki iyiyi de kötüyü de beraberimizde götürürüz. İçimizdeki kötü denetimimizden çıkarsa, etrafa negatif enerji yaymaya başlarız. Kötü tavır ve davranışlar çatışmalara neden olur ve kendi kendini besleyen bir süreç başlar. Ortaya çıkan kötülük herkesi olumsuz etkiler. Bir kişiden yayılan zehir, herkesi zehirler. Bir kişinin olumsuz davranışı, tüm ortamın ahengini bozmaya yeter de artar bile. Kötülük hızla bulaşır.
Bulundukları ortamı zehirleyen çeşitli insan tipleri vardır:
•Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden “benciller”,
•Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen “asiler”,
•Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
•Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran “huysuzlar”,
•Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı “kavgacılar”,
•İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren “kibirliler”,
•Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen “çokbilmişler”,
•Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikâyet eden “mızmızlar”,
•Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden ”narsistler”,
•Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran “obsesif-kompulsifler”,
•Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan “felaket tellalları”.
İçlerindeki kötülüğü zapt edemeyen insanlar hepimizin çevresinde var. Kendilerine yenik düştükleri yetmiyormuş gibi bizi de zehirlerler. Bize kötü günler geçirten onlardır. Onlar hayatın zaten var olan zorluklarını bir kat daha artırırlar. Bulundukları ortamda kamplaşma, kutuplaşma ve çatışma yaratırlar; kendi halinde çalışan insanları tedirgin ederler, şirkete olan bağlarını zayıflatırlar.
İçinde yaşadığımız dönemde çalışanların çoğunluğu ya aklı ve bilgisiyle ya da yaratıcılığıyla katma değer yarattığı için, çalışma ortamını zehirleyenlere karşı duyarlılığımız giderek artıyor. Sorunlu bir insan, bütün bir bölümün moralini bozup, ciddi verim kayıplarına neden olabiliyor. Üretim bandında çalışmadığımız için, “zihin açıklığına ve ruh sağlığına” hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var.
Bugünün iş ortamlarında, en alt seviyedeki bir çalışanın bile en üst düzeydeki bir yöneticinin gününü mahvetme gücü (!) vardır. Hiyerarşilerin azaldığı, herkesin herkesle ilişkide olduğu günümüz iş ortamlarında kırılganlık, herkese özgü bir özelliktir. Kimse dokunulmaz değildir.
Bir yöneticinin görevi iş ortamında verimliliği sağlamak olduğuna göre, işyerinin esenliğini koruma görevi de vardır. Gergin ilişkiler içinde başarı sağlamak mümkün olmayacağından, bir yöneticinin iş ortamına zehir saçanlara kayıtsız kalma lüksü yoktur.
Drucker, yönetimle teoloji arasında benzerlik kurar ve yönetimin insanların içindeki iyiyi ve kötüyü yönetmekle
ilgili bir iş olduğunu söyler.
Bugünün çalışma ortamlarında, “kötülüğü” önlemek için, eskinin cezalandırma ya da sindirme yöntemleri çalışmıyor. Bu sebeple ben, iş ortamlarında zor insanları yönetmenin, açık yürekli bir diyalogla mümkün olacağına inanıyorum.
Martin Luther King, “Barış çatışmaların yokluğu değil, adaletin varlığıdır”, der. Eğer çatışmalar, lider tarafından
iyi yönetilmez, görmezden gelinir ya da taraf tutularak çözülmeye kalkılırsa, kurumdaki adalet duygusu zedelenir.
Bir yöneticinin görevi, hem “sorunlu” insanları yönetmek hem de onlara rağmen çalışma iklimini pozitif,
yapıcı duyguları ortaya çıkaran bir iklim haline getirmektir.
Benim şahsen son yıllarda bu konuya duyarlılığım çok arttı. Gerek özel hayatımda gerekse iş hayatımda içinde bulunduğum ortamlarda “negatif” tavırlara karşı yüksek bir farkındalık içindeyim. Ne zaman olumsuz bir tavırla karşılaşsam, yaptığım işi durdurup önce söz konusu tavrı yapanın amacını, derdini, sıkıntısının kaynağını anlamaya çalışıyorum. Bunu doğrudan kendisine sorarak yapıyorum. Yapmakta olduğumuz işin akışını durdurup, böyle bir soru sormak kimsenin alışık olduğu bir durum değil. Dolayısıyla çok etkili oluyor. Sorduğum soruyu son derece samimi, kinayesiz, imasız, doğrudan soruyorum.
Bu yöntem çok işe yarıyor. Size de tavsiye ederim. Şeffaflık, açıklık ve yaptıkları tavrı doğrudan kendilerine sormak –suçlamadan sormak- onları problemlerinin gerçek kaynağını araştırmaya ve iletişimlerini daha
pozitif bir eksene taşımaya yönlendiriyor.
Siz de deneyin. Havanızı kirletenlere izin vermeyin.
Ayrıca, çok yakın olduklarıma (beni yanlış anlamayacaklarından emin olduklarıma), içlerindeki olumsuz duyguları yönetemedıklerini açık açık söylüyorum ve biraz hava alıp kendilerine geldikten sonra aramıza katılmalarını istiyorum.
Şurası bir gerçek ki, havamızı zehirleyenler hep olacak. Bizim bunlara rağmen içinde bulunduğumuz ortamları temiz tutmayı başarmamız lazım.
Ben daha enerjik ve yaratıcı ortamlar elde etmenin, olumsuz kişilere rağmen mümkün olabileceğine hatta
değer odaklı iş ortamlarının zaman içinde bu tarz olumsuz kişiler üzerinde de tedavi edici etkiler yaratacağına inanıyorum. Eğer çalışma ortamı değer odaklı bir ortamsa yani kararlar şartlara ve kişilere göre değil ilkelere göre alınıyorsa, sorunlu insanların kendilerini düzeltmeleri ve “olumlu” havaya uyum sağlamaları çok daha kolay olur.
Değer odaklı bir ortamda bile havanızı zehirlemeye devam eden, kendilerini değiştirmeye direnen insanlar varsa size tavsiyem kendinizi onlardan korumanızdır. Bence hemen -eğer mümkünse- insan perhizi yapmaya başlayın.
biz bu çatışmada (Jung) hangisini seçersek onu yaşarız. İyi olmak da kötü olmak da elimizdedir.
Bütün dinlerin bize gösterdiği hedef, içimizdeki kötülüklerden kurtulmak ve yaşadığımız her gün seçimlerimizi iyiden yana yaparak olgunlaşmaktır. Bütün dinlere göre hayatın amacı olgun bir insan (kâmil) olmaktır.
Bu yolculuğun sonu, Budizm’de Nirvana, Sufizm’de Fenafillâh mertebeleridir.
Her sabah işyerlerimize giderken, içimizdeki iyiyi de kötüyü de beraberimizde götürürüz. İçimizdeki kötü denetimimizden çıkarsa, etrafa negatif enerji yaymaya başlarız. Kötü tavır ve davranışlar çatışmalara neden olur ve kendi kendini besleyen bir süreç başlar. Ortaya çıkan kötülük herkesi olumsuz etkiler. Bir kişiden yayılan zehir, herkesi zehirler. Bir kişinin olumsuz davranışı, tüm ortamın ahengini bozmaya yeter de artar bile. Kötülük hızla bulaşır.
Bulundukları ortamı zehirleyen çeşitli insan tipleri vardır:
•Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden “benciller”,
•Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen “asiler”,
•Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
•Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran “huysuzlar”,
•Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı “kavgacılar”,
•İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren “kibirliler”,
•Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen “çokbilmişler”,
•Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikâyet eden “mızmızlar”,
•Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden ”narsistler”,
•Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran “obsesif-kompulsifler”,
•Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan “felaket tellalları”.
İçlerindeki kötülüğü zapt edemeyen insanlar hepimizin çevresinde var. Kendilerine yenik düştükleri yetmiyormuş gibi bizi de zehirlerler. Bize kötü günler geçirten onlardır. Onlar hayatın zaten var olan zorluklarını bir kat daha artırırlar. Bulundukları ortamda kamplaşma, kutuplaşma ve çatışma yaratırlar; kendi halinde çalışan insanları tedirgin ederler, şirkete olan bağlarını zayıflatırlar.
İçinde yaşadığımız dönemde çalışanların çoğunluğu ya aklı ve bilgisiyle ya da yaratıcılığıyla katma değer yarattığı için, çalışma ortamını zehirleyenlere karşı duyarlılığımız giderek artıyor. Sorunlu bir insan, bütün bir bölümün moralini bozup, ciddi verim kayıplarına neden olabiliyor. Üretim bandında çalışmadığımız için, “zihin açıklığına ve ruh sağlığına” hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var.
Bugünün iş ortamlarında, en alt seviyedeki bir çalışanın bile en üst düzeydeki bir yöneticinin gününü mahvetme gücü (!) vardır. Hiyerarşilerin azaldığı, herkesin herkesle ilişkide olduğu günümüz iş ortamlarında kırılganlık, herkese özgü bir özelliktir. Kimse dokunulmaz değildir.
Bir yöneticinin görevi iş ortamında verimliliği sağlamak olduğuna göre, işyerinin esenliğini koruma görevi de vardır. Gergin ilişkiler içinde başarı sağlamak mümkün olmayacağından, bir yöneticinin iş ortamına zehir saçanlara kayıtsız kalma lüksü yoktur.
Drucker, yönetimle teoloji arasında benzerlik kurar ve yönetimin insanların içindeki iyiyi ve kötüyü yönetmekle
ilgili bir iş olduğunu söyler.
Bugünün çalışma ortamlarında, “kötülüğü” önlemek için, eskinin cezalandırma ya da sindirme yöntemleri çalışmıyor. Bu sebeple ben, iş ortamlarında zor insanları yönetmenin, açık yürekli bir diyalogla mümkün olacağına inanıyorum.
Martin Luther King, “Barış çatışmaların yokluğu değil, adaletin varlığıdır”, der. Eğer çatışmalar, lider tarafından
iyi yönetilmez, görmezden gelinir ya da taraf tutularak çözülmeye kalkılırsa, kurumdaki adalet duygusu zedelenir.
Bir yöneticinin görevi, hem “sorunlu” insanları yönetmek hem de onlara rağmen çalışma iklimini pozitif,
yapıcı duyguları ortaya çıkaran bir iklim haline getirmektir.
Benim şahsen son yıllarda bu konuya duyarlılığım çok arttı. Gerek özel hayatımda gerekse iş hayatımda içinde bulunduğum ortamlarda “negatif” tavırlara karşı yüksek bir farkındalık içindeyim. Ne zaman olumsuz bir tavırla karşılaşsam, yaptığım işi durdurup önce söz konusu tavrı yapanın amacını, derdini, sıkıntısının kaynağını anlamaya çalışıyorum. Bunu doğrudan kendisine sorarak yapıyorum. Yapmakta olduğumuz işin akışını durdurup, böyle bir soru sormak kimsenin alışık olduğu bir durum değil. Dolayısıyla çok etkili oluyor. Sorduğum soruyu son derece samimi, kinayesiz, imasız, doğrudan soruyorum.
Bu yöntem çok işe yarıyor. Size de tavsiye ederim. Şeffaflık, açıklık ve yaptıkları tavrı doğrudan kendilerine sormak –suçlamadan sormak- onları problemlerinin gerçek kaynağını araştırmaya ve iletişimlerini daha
pozitif bir eksene taşımaya yönlendiriyor.
Siz de deneyin. Havanızı kirletenlere izin vermeyin.
Ayrıca, çok yakın olduklarıma (beni yanlış anlamayacaklarından emin olduklarıma), içlerindeki olumsuz duyguları yönetemedıklerini açık açık söylüyorum ve biraz hava alıp kendilerine geldikten sonra aramıza katılmalarını istiyorum.
Şurası bir gerçek ki, havamızı zehirleyenler hep olacak. Bizim bunlara rağmen içinde bulunduğumuz ortamları temiz tutmayı başarmamız lazım.
Ben daha enerjik ve yaratıcı ortamlar elde etmenin, olumsuz kişilere rağmen mümkün olabileceğine hatta
değer odaklı iş ortamlarının zaman içinde bu tarz olumsuz kişiler üzerinde de tedavi edici etkiler yaratacağına inanıyorum. Eğer çalışma ortamı değer odaklı bir ortamsa yani kararlar şartlara ve kişilere göre değil ilkelere göre alınıyorsa, sorunlu insanların kendilerini düzeltmeleri ve “olumlu” havaya uyum sağlamaları çok daha kolay olur.
Değer odaklı bir ortamda bile havanızı zehirlemeye devam eden, kendilerini değiştirmeye direnen insanlar varsa size tavsiyem kendinizi onlardan korumanızdır. Bence hemen -eğer mümkünse- insan perhizi yapmaya başlayın.
Etiketler:
hayat,
insan,
kişisel gelişim,
olumsuz insanlardan uzak durun,
olumsuzluklar,
pozatif düşünce,
yaşam
< SEVGİ , KENDİNE GÜVEN , DOSTLUKLAR !!!!! >
Yaşamda bir kez gitti mi dönmeyen üç değer:
Zaman, sözcükler, fırsat..........
Yaşamda hiç bir zaman yitirilmemesi gereken üç deger:
Barış, umut, dürüstlük..........
Yaşamda, üzerinde yüksenilen üç dayanak:
Sevgi, kendine güven, dostluklar..........
Yaşamda sürekliliğine güvenilmeyen üç deger:
Başarı, sağlik, zenginlik.............
Yaşamda kişiyi geliştiren üç deger:
Çok çalışma, içtenlik, azim.............
Yaşamda kişiyi körelten üç öğe:
Cesaretsizlik, gurur, öfke....
Yaşamda önemli altı sözcük:
"Ben hatalıydım, bu gerçeği kabul ediyorum"
Yaşamda önemli beş sözcük:
"Gerçekten harika bir iş başardın"
Yaşamda önemli dört sözcük:
"Bu konuda ne düşünüyorsun?"
Yaşamda önemli üç sözcük:
"Sana yardımcı olayım."
Yaşamda önemli iki sözcük:
"Teşekkür ederim."
Yaşamda en az önemli tek sözcük:
"Ben"
Zaman, sözcükler, fırsat..........
Yaşamda hiç bir zaman yitirilmemesi gereken üç deger:
Barış, umut, dürüstlük..........
Yaşamda, üzerinde yüksenilen üç dayanak:
Sevgi, kendine güven, dostluklar..........
Yaşamda sürekliliğine güvenilmeyen üç deger:
Başarı, sağlik, zenginlik.............
Yaşamda kişiyi geliştiren üç deger:
Çok çalışma, içtenlik, azim.............
Yaşamda kişiyi körelten üç öğe:
Cesaretsizlik, gurur, öfke....
Yaşamda önemli altı sözcük:
"Ben hatalıydım, bu gerçeği kabul ediyorum"
Yaşamda önemli beş sözcük:
"Gerçekten harika bir iş başardın"
Yaşamda önemli dört sözcük:
"Bu konuda ne düşünüyorsun?"
Yaşamda önemli üç sözcük:
"Sana yardımcı olayım."
Yaşamda önemli iki sözcük:
"Teşekkür ederim."
Yaşamda en az önemli tek sözcük:
"Ben"
Kimse pahalıdan satmasın kendini, Biz biliriz herkesin indirimli günlerini...Gidene üzülme başkasına... gidiyordur, gelene sevinme başkasından geliyordur.. Biz üç kişiyiz; BEN,KEYFİM VE KAHYASI... Beni tanıyan bilir, bilen anlar, anlayan susar, anlamayan uzar... Ayık oL panik yapma rahat oL ßak daLgana ..3 günLük dünya......... ne sana kaLır ne ßana ..!!! giden dönmek ister bırak dönsün,NE KAYBETMİŞ BİR DAHA GÖRSÜN.....
Etiketler:
dostluklar,
güven,
hayat,
insan,
kişisel gelişim,
pozatif düşünce,
sevgi,
yaşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)